İnsanın aklına -görmeden- gelmeyen yüzlerce değişik nesneyi görebilmek ise yine Koninginnedag'a özgüdür.

Tabirin yeridir ve söylemek gerekir: tezgâhların arkasında yedi'den yetmiş yedi'ye her yaştan insan (özellikle yaşlılar), taburelerine, sandalyelerine oturmuş, gelene geçene "Bir şeyler al!" dercesine bakarlar...

Yaşı yetmişin üzerinde bir kadının önünde duran üç-beş parça eşya arasında, ilkel bir çakmak dikkatimi çekti. En azından 150 yıllık vardır, diye düşündüm. Çakmak taşından çıkan kıvılcımlar, önce kurşun kalem çapında ve 5 cm. uzunluğunda metal bir borunun içindeki fitile temas ettiriliyor, daha sonra da fitil -üfleye üfleye- yanmış bir sigara ateşi kıvamına getiriliyor ve "çakmak" da böylece sigaranızı yakmaya hazır duruma geliyor. Çakmak denen şeyin "ilk"leri arasında ve hatta atası sayılabilecek bir nesne diyebilirim... Bir tiryaki olarak böylesini ne duymuş ne de görmüştüm...

"Kocamındı" dedi yaşlı kadın... Çakmağı eline aldı ve bana doğru uzatarak, "Bir gulden" dedi. Bir an göz göze geldik. Çakmağın 15-20 cm uzunluğundaki fitilini parmaklarına dolayarak, gözlerini çakmaktan ayırmadan başparmağı ile metal kısımları okşuyordu. Hani, yeni doğan bebeğin yanağına hafifçe dokunur, okşar gibi: nazikçe, şefkatle, incitmeden... Veda eder gibiydi... Bir tren istasyonunda sevdiğini, çok uzaklara, belki de bir meçhule yolcu etmenin hüznü vardı yaşlı kadının sesinde, "Kocamındı" derken...

Bir ara yine göz göze geldik yaşlı kadınla: "50 cent, genç adam bunu al!.." dedi. Elimde tuttuğum nesnenin manevi değeri onun için milyarlarca Euro'dan, dolardan daha fazlaydı. Çünkü, çantasından çıkardığı çerçeveli siyah-beyaz fotoğrafı göstererek: "Kocam, bu çakmak ona da babasından kalmış..." dedi gözlerini çakmaktan ayırmadan...

Anlatacak çok şeyi olmasına rağmen, dinleyecek kimsesi olmadığı, konuşacak birini aradığı düşüncesiyle karşısına çömeldim. I. ve II. Dünya Savaşı'nın yokluk, açlık günlerinden; çocuklarının, torunlarının olmadığından ve bir huzurevinde kaldığından söz etti... Hatıraları taptaze, capcanlıydı. Kocasından kalan, çok ama çok önem verdiği en değerli hatırayı satmasını bir türlü anlayamadığımı anlatmak için, kelimeleri özenle seçmeye çalıştım... Kendisinin ölüp gitmesi halinde en değer verdiği eşyaların yok olup gitmesine, kaybolmasına gönlü razı değildi. Özellikle bazı eşyalarının daha uzun yıllar "yaşamasını" istediği için satıyordu. Elinde tuttuğu çakmaktan gözlerini ayırıp gözlerimin içinde bakarak: "Bunu sana hediye edebilir miyim?" dedi...

Hollanda'da yaşayan vatandaşlarımızın Kraliyet Günü'ne yoğun ilgisi: lazım olan araç-gereç satın almak ya da köfte, lahmacun, döner satmaktan öteye gitmiyor. Benim için 30 Nisan'ın simgesi, Ana Kraliçe Juliana'nın doğum günü olmasının yanı sıra, "yaşlı bir kadın" ve "çakmak"; imgesi ise, anılar ve yalnızlık olan hüzün dolu bir şiirdir... Anıların, hatıraların "bit pazarı"na düştüğü o gün, sabahın ilk ışıklarıyla çıkıyorum evden ve gün batımına kadar da yaşlı insanların tezgâhlarından, yüreklerinden anılar topluyorum...

Bu yılda (2015 ) yine Hollanda sokaklarında olacağım. Ve O yaşlı kadınla bir daha hiç karşılaşmadık. Ama inanıyorum ki o beni bir yerlerden görecek ve bana gülümseyecek.

Not1: Kraliyet günü Kral Williem Alexander’ın tahta geçmesinden sonra artık 27 Nisan günü kutlanıyor
Not.2 ‘Satılık Anılar’ başlığı ile bu yazıyı 20 yıldır her Kraliyet / Kral gününde yayınlıyorum… Ömrüm oldukça da her yıl yayınlayacağım…

Yavuz Nufel