Biz hâlâ beklenen Türk müyüz?

Türklük, sadece bir milletin adı değil, binlerce yıllık bir medeniyetin, destanların, kahramanlıkların ve umutların simgesidir.

Abone Ol

Orta Asya'nın bozkırlarından Anadolu'ya uzanan bu kadim yolculuk, Türk milletini sadece bir coğrafyaya değil, tüm insanlığa karşı sorumluluk taşıyan bir kimlik haline getirmiştir. Türkler, tarih boyunca farklı coğrafyalarda kurdukları devletlerle, sadece kendi halklarının refahını değil, bütün mazlumların özgürlüğünü savunmuş bir millettir.

Türk olmak, kökenlere dayanan bir aidiyetin ötesinde, adaletin ve merhametin savunucusu olmaktır. Bizi biz yapan değerler, savaş meydanlarındaki kahramanlıklardan, gönüllerdeki sevgiden, yardımlaşmadan ve tüm insanlığa duyduğumuz eşitlik ve kardeşlik anlayışından doğmuştur. Binlerce yıl önce Bozkır'dan dünyaya yayılan, sadece toprağa değil, vicdana da sahip çıkmayı bilen bir millete sahip olmanın gururu, her Türk'ün ruhunda hep canlı kalmıştır.

Türklük, sadece bir kültürün değil, bir medeniyetin mirasıdır. Bu miras, zaman içinde şekil alsa da, özünde aynı kadim değerleri taşır: dürüstlük, cesaret, dayanışma ve vatan sevgisi. 
Türk milleti tarih boyunca hiçbir zaman yalnızca kendi topraklarını savunan bir millet olmadı. Mazlumların koruyucusu, adaletin ve merhametin simgesi oldu.

Değerli okurlarım, yazıma Bosna Savaşı esnasında hafızalarda kazınan bir anekdotla devam etmek istiyorum. O zorlu savaş günlerinde, Türk askerleri bir dağın zirvesinde yalnız yaşayan yaşlı bir kadına erzak vermek için ulaştığında, kadın kapıyı açar açmaz, kim olduklarını sormadan gözyaşları içinde "Sen Türk’sün" der. O kadın için Türklük, sadece bir milletin adı değil; güvenin, yardımın ve kurtuluşun ta kendisi idi. İste beklenen o Türk kapıdaydı.

Bugün o yaşlı kadının gözünden bakarak kendimize bir soru sormamız gerekiyor: Biz hâlâ beklenen Türk müyüz? Gözlerimizin önünde yaşanan acılara sessiz kalırken, vicdanlarımız rahat olabilir mi?
Gazze'lilerin çaresizce gökyüzüne baktığı, annelerin çocuklarını enkazların altından çıkarmaya çalıştığı, hastanelerin bombalandığı, bebeklerin nefessiz kaldığı bu günlerde biz, Türkiye olarak, ne yapıyoruz? Filistin’de yaşananlar bir savaş değil, bir soykırımdır. Açıkça, gözlerimizin önünde, bir halkın varlığı silinmeye çalışılıyor. Her gün bombaların altında ölen çocukların görüntüleri, annelerinin çığlıkları yüreklerimize bir şey söylemiyorsa, bizim o çok beğenmediğimiz insanlardan ne farkımız kalır? Eğer "Orada birçok Arap ülkesi var, onlar yardım etsin, bize ne" diyenlerden biri olduysak, Gazze’deki mazlumun gözünde bizim de adımız sıradan bir milletin ötesine geçemez.

Türkiye, yalnızca kendi halkı için değil, ümmetin mazlumları için de bir umuttur. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a duyulan güvenin altında, Türk milletine duyulan tarihsel bir güven yatar. Türk halkı, Erdoğan’ı sadece Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olarak seçmedi; onu ümmetin lideri, mazlumların sesi olarak da gördü. Bu nedenle Filistin’de yaşanan trajedilerde, sadece güçlü sözler değil, somut adımları da beraberinde bekledik.

Peki, bu adımları atmamak bizi ne yapar?
Doğu Türkistan’da çocuklar zorla Çinlileştirilirken, aileler dağıtılırken, bir halkın dili, dini ve kimliği yok edilmeye çalışılırken ne kadar sessiz kalabiliriz? Bu durum, Filistin’den farklı değil. Arakan’da kadınlar ve çocuklar toplu mezarlara gönderilirken, Yemen’de çocuklar açlıktan ölürken, vicdanımızın sustuğu her an, Türk milletinin tarih boyunca taşıdığı adalet sancağı yere düşüyor.

Elbette, bu durumun arkasında Türkiye’nin ekonomik zorlukları, uluslararası ilişkilerdeki dengeleri ve dış baskılar gibi sebepler var. Ancak bir milletin vicdanı, ekonomiyle ölçülemez. Eğer ekonomik kaygılar, insanlığımızın önüne geçerse, o zaman varlığımızın anlamını kaybederiz. Biz tarih boyunca sadece topraklarımıza sıkışmış bir millet olmadık, olmamalıyız. Eğer gözlerimizin önünde açık bir soykırım yaşanırken sessiz kalıyorsak, o zaman kendimize şu soruyu sormalıyız: Biz ne için yaşıyoruz?

Halk arasında sıklıkla duyulan "Bize ne? Orada Arap ülkeleri var, onlar yardım etsin" söylemi, bir milletin kendisiyle yüzleşmesi gereken en acı gerçektir. Eğer biz de sorumluluğu başkalarına bırakıyorsak, bizim o eleştirdiğimiz Araplardan ne farkımız kalır? Türk milleti, tarih boyunca başkalarını suçlayarak değil, kendi vicdanına hesap vererek hareket etti. Gazze’de ölen çocuklar için, Doğu Türkistan’da hapsedilen aileler için, Arakan ’da açlığa mahkûm edilen insanlar için bir şey yapmayacaksak, kendi tarihimize nasıl bakacağız?

Bosna’daki o yaşlı kadının "Sen Türk’sün" dediği anda hissettiği güveni, bugün Gazze’deki bir çocuğun gözlerinde görebiliyor muyuz? Eğer göremiyorsak, sorun sadece liderlerin değil, bizim de sorunumuzdur. Mazlumun duasında yer almayı bıraktığımız gün, kendi kimliğimizi de kaybetmiş oluruz.

Bugün Türk milleti olarak, Filistin’deki, Doğu Türkistan’daki, Arıkan’daki ve dünyanın dört bir yanındaki mazlumlara gerçek bir umut olmanın yollarını aramak zorundayız. Bu, sadece geçmişe olan borcumuz değil; insanlık adına üstlenmemiz gereken bir sorumluluktur. Eğer bir millet ekonomik kaygılarla insanlığını unutursa, o milletin zenginliği de anlamsızlaşır. Gazze’li bir annenin çığlığı, Doğu Türkistanlı bir çocuğun gözyaşı, bizim vicdanımıza bir şey söylemiyorsa, o zaman biz de sadece seyirciyizdir.

Unutmayalım, tarih bize yalnızca bir millet olmayı değil, insanlığın vicdanı olmayı da miras bırakmıştır. O vicdanı kaybetmek, yalnızca mazlumları değil, bizi de yok eder. Artık beklenen Türk değilsek, bu sadece bir kayıp değil; aynı zamanda bir çağrıdır. O çağrı, yeniden adaletin ve vicdanın sesi olmaktır. Çünkü biz yalnızca kendi topraklarımız için değil, dünya üzerindeki her mazlum için umut olan bir milletiz.

Ve bize yakışanda böyle bir millet olarak varlığını sürdürebilmektir.

Sayın Cumhurbaşkanımızın sıkça vurguladığı "Biz herhangi bir millet değiliz" sözü, Türk milletinin tarih boyunca kazandığı kimlik, kültür ve dünya üzerindeki güçlü etkisiyle anlam bulur.

Türk milleti bu sözle ve duruşla sahip olduğu derin tarihî mirası ve uluslararası alandaki belirleyici rolünü gözler önüne sermelidir.

Saygılarımla,
Saadet Koral