Loading...
Doğadaki diğer canlılardan farklı olarak insan, sadece hayatta kalmak için değil, anlam aramak, üretmek ve dünyayı güzelleştirmek için de var olmuştur.
Kur'an-ı Kerim'de insanın "ahsen-i takvim" yani en güzel surette yaratıldığı ifade edilir. Bu, insanın hem fiziksel hem de ruhsal yönlerinin mükemmelliğine işaret eder. Sahip olduğu sevgi, merhamet, yaratıcılık ve sorumluluk duygusu, onun değerini katbekat artırır.
Bir insanın kendisini ve diğer insanları değerli görmesi, yaratılışındaki bu eşsiz anlamı fark etmesiyle başlar. İnsan, sadece varlığıyla bile bir anlam ifade eder; çünkü her biri evrenin bir parçası, yaratıcı bir aklın tecellisidir. Bu farkındalıkla yaşamak, insana hem kendisine hem de diğer varlıklara karşı derin bir saygı duymasını öğretir.
Unutulmamalıdır ki, insanın kıymeti ne sadece başarılarında ne de kusursuzluğundadır. Onun gerçek değeri, yaratıcı bir iradenin eseri olarak, kendisine emanet edilen potansiyeli gerçekleştirme gayretindedir.
İnsanın sahip olduğu potansiyeli gerçekleştirebilmesi için devletin sosyal, ekonomik ve eğitsel politikalar yoluyla bireyleri desteklemesi çok önemlidir. Bu, hem bireysel mutluluğu hem de toplumsal kalkınmayı doğrudan etkiler. Potansiyelini gerçekleştiremeyen bireyler için ise devletin yapabileceği en temel çalışmalardan biri: İnsanı temel alan, Adaletli ve Kapsayıcı Politika Üretmesi ve Eğitim Fırsatlarının Erişilebilirliğini Sağlamasıdır.
Bu insana yapılacak en önemli yatırımlardan biridir!
Değerli okurlarım, toplum olarak kendimize dönüp bakma, öz eleştiri yapma yetimizi giderek kaybettiğimiz bir dönemdeyiz. Bu kayıp, deyimlerde bile kendini gösteriyor: "İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır." Sıkça duysak da, uygulamakta en çok zorlandığımız bu sözü hayatımıza ne kadar taşıyabiliyoruz? Genellikle yaşanan olumsuzlukların faturasını başkalarına kesmek kolayımıza geliyor. Devletin veya milletin karşılaştığı her sorun için "dış güçler" efsanesine sarılmak, sorumluluğu başkasına atmanın en konforlu yolu.
Kendimize dönüp şu soruyu sormaktan kaçınıyoruz:
Biz nerede hata yaptık veya yapıyoruz ?
Örneğin, tarihimizi anlatan dizilerde bile kendi hatalarımızı görmek istemiyoruz. Çok basit bir örnekle yakın geçmişte ekranlarda yer alan “Payitaht” gibi yapımlarda, içeride yaşanan her olumsuzluğu dışarıdan gelen hainlere mal ettik. Gerçekten de, içimizden birilerinin yanlışları olmasa dışarıdakiler bu kadar etkili olabilir mi? Dizi karakterlerinden bile rol çalıyoruz; tarihin tartışmalı figürleri bile masumlaştırılıyor. Ne yazık ki, bu sadece ekrana yansıyan bir gerçek değil, hayatımızın her alanında aynı hatayı yapıyoruz. Allah’ın bir parçası olan bize üflemesiyle can bulduğumuz ruhumuzu satmayı masumlaştırarak neyi aklamaya çalışıyoruz? Yoksa bize böyle bir görev verildi ve yahut böyle bir ayet indirildi de biz mi bundan bir haberiz?
Unutulmamalı ki, hayat bir dizi değil ve bu dünyadan giderken geride bırakacağımız en değerli şey, insanlığımız olacak.
Bu yazıyı kaleme almamdaki amaç, herkesin kendini biraz olsun sorgulaması. Gerçekleri dile getirmek cesaret ister, ama suskun kalmak çok daha büyük bir ihmal. Gerçekleri çarpıtmadan ve duygusal kalkanlarımızı indirmeden konuşabilmek, geleceğimizi şekillendirmek için atılması gereken en önemli adımdır. Ancak doğru eleştiri yapmazsak, sorunlarımızı çözmek yerine daha da derinleştirebiliriz. Bu durumun etkilerini hepimiz görüyor ve yaşıyoruz.
Peki, biz neyi başaramadık? Yaklaşık 22 yıldır kesintisiz iktidar dönemlerinde, ülkemizi birçok alanda ileri taşıdık. Yollar, köprüler, havaalanları ve şehir hastaneleri gibi projelerle gurur duyuyoruz. Ancak bu süre zarfında en kritik olanı ihmal ettik: İnsana yatırım.
Bir ülke, en gelişmiş projeleri hayata geçirse bile insana yatırım yapmadığında sürdürülebilir bir kalkınmadan söz edemez. İnsan, bir toplumun en kıymetli varlığıdır. Eğer bireyler eğitimsiz, değerlerini bilmeyen, öz güveni zedelenmiş bireyler olarak yetişiyorsa, fiziksel projeler ne kadar büyük olursa olsun, ülkenin geleceği tehlikededir.
Bugün, 2002 yılında doğan bir genç 22 yaşında. O genç, geleceği inşa edecek neslin bir parçası. Ama bu neslin büyük bir kısmı, maalesef bir kimlik bunalımı içerisinde savruluyor. Kız çocuklarımız, kendi değerlerini bilmedikleri için fiziksel görünümlerini ön plana çıkarıyor; küçük yaşlarda estetik ameliyatlar, hayatlarını tehdit eden risklere rağmen yaygınlaşıyor. Oysa ki Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk kadının toplum içeresinde nasıl olması gerektiğini iste bu güçlü sözlerle vurgulamış idi;
"Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan, biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle gerçek faziletle süslenip donanmaktır."
Atatürk, kadınların sadece görünüşe değil, bilgi ve kültür açısından da güçlü olmaları gerektiğini belirtmiş bu alanda ise büyük adımlar atmıştır.
Erkek çocuklarımız ise kimlik arayışı içinde, kendilerini anlayamadıkları bir girdabın içine sürükleniyor. Bu arayış, birçok gencin geri dönülmesi çok zor adımlar atmasına neden oluyor. Tarihten bu yana belki de ilk kez bu denli erkek evlatlarımızın cinsel organlarını kestirme talebiyle karşılaşıyoruz. Hatalı kararlar alıp, sonrasında büyük pişmanlık yaşayan gençlerimizin hikayelerini her gün duyuyoruz. Büyük psikolojik travmalar ile bir çıkmaza giren bu yavrularımızı acaba bizim kaybetme gibi bir lüksümüz var mi?
En azından bu çocuklara sonradan pişman olmayacakları doğru kararlar almaları içinde mi bir eğitim veremedik.
Biz bu ülkede neden eğitimle ilgili dolu dolu cümleler kuramıyoruz?
Nedir buna engel olan?
Son seçimlerde özellikle iki konuyu gündeme getirdik: terör ve aile yapısının bozulması. Ancak özellikle aile yapısının çözümüne dair somut bir başarıdan bahsedemiyoruz. Aile yapısının zayıfladığı bir toplumda, gençlere sağlıklı değerler kazandırmak mümkün değildir. Daha çocuk yaşta kin, nefret ve öfke duygularıyla tanışan bir neslin sevgi, hoşgörü ve barış üzerine bir gelecek inşa etmesini beklemek hayaldir.
Eğitim sistemine bakacak olursak, 22 yıllık süreçte ne gibi iyileştirmeler yapıldığını sorgulamak önemli. Okullarımızda sevgi ve değer odaklı bir eğitim sistemi yerine, yarış ve hırs duygusu aşılanıyor. Birbirine değer vermeyen, hoşgörüyü bilmeyen bireyler yetiştiriyoruz.
Oysa bize bir yaşam rehberi olarak gönderilen Kur’an-ı Kerim’de insanın ne kadar kıymetli olduğu, Allah’ın insanı yücelttiği açıkça ifade edilir. Biz bu mesajı bile gençlerimize anlatmakta yetersiz kaldık.
Diğer ülkelerde çocuklara daha ilkokul çağında “sen değerlisin” mesajı verilirken, bizim çocuklarımız başarı odaklı bir yarışın kurbanı oluyor. Sevgiyi, paylaşımı, hoşgörüyü öğretmediğimiz bir nesil, geleceğe nasıl umutla bakabilir? Çocuklarımızın içindeki bu hırs ve boşluğu doldurmak için, onlara gerçek değerlerini hatırlatmamız gerekiyor.
Bugün kendi hatalarımızı kabul etmek ve düzeltmek için hala bir şansımız var. Tarihe sadece büyük projelerle değil, değerli insanlar yetiştirmiş bir toplum olarak geçmek istiyorsak, önceliği insana yatırım yapmaya vermeliyiz.
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen bir ecdadın torunları olarak, insanı merkeze alan bir anlayışa dönmek zorundayız.
Bu yazı bir öz eleştiridir. Amacım kimseyi suçlamak değil, sadece sorumluluklarımızı hatırlatmaktır. Unutmayalım ki, bir toplumun geleceği, yetiştirdiği bireylerin omuzlarında yükselir. Azıcık insan kalabilmek, veda ederken geride güzel bir iz bırakabilmek, en büyük başarımız olacaktır. Sevgiyi çoğaltarak, değerlerimizi hatırlayarak ve çocuklarımıza bunları aktararak daha güzel bir gelecek inşa edebiliriz. Bu toplumun her bir bireyi değerli ve kıymetlidir. Onlara bunu göstermek ise bizim sorumluluğumuzdur.
Bugün öz eleştiri yapma cesaretini göstermezsek, yarın hiçbir şeyi değiştiremeyiz.
Saygılarımla,
Saadet Koral