Farklılıkların Gücü; Sevgi ve İş Birliğiyle Geleceğe!

Abone Ol

“Birbirimizi Kaybetmeyi Değil, Kazanmayı Seçelim”

Zaman, adeta bir film şeridi gibi hızla akıp giderken, yine zorlu bir sürecin içinden süzülerek ilerliyorduk. Bu yolculukta, o gün o salonda konuşmasını yapan Boer’in sözleri beni derinden etkilemişti. O an fark ettim ki: Her zaman bir yol vardır, yeter ki görmek isteyelim.

Türkiye-Hollanda ilişkilerinin hasar görmeye başladığı 2015 yılında, Hollanda Türk İş Adamları Derneği (HOTIAD), iki ülke arasındaki ticaret ve iş birliğinin gücünü bir kez daha gözler önüne sererek unutulmaz bir organizasyona imza atmıştı. Den Haag Kurhaus'ta düzenlenen ve her iki ülke tarafından bakanlar düzeyinde katılım sağlanan bu etkinlikte, dönemin VNO-NCW Başkanı Hans de Boer’un yaptığı çarpıcı konuşma, etkinliğin en dikkat çekici anlarından biriydi.

De Boer’un, “Birbirimizi sevmek zorunda değiliz ama bu bizim ticaretimize engel değil, olamaz da.” sözleri yalnızca o an salonda bulunanları etkilemekle kalmadı; aynı zamanda Hollanda-Türkiye ilişkilerinin tarihsel derinliğini ve ticaretin bu bağlardaki merkez rolünü bir kez daha hatırlattı. Bu sözler, günlük siyasi gerilimlerin, yüzlerce yıllık bir dostluk ve iş birliği geleneğinin gölgesinde önemsiz kaldığını adeta yeniden teyit etmişti.

Tarihsel açıdan baktığımızda Hollanda ile Türkiye arasındaki ilişkiler, 1612 yılına, Osmanlı İmparatorluğu ile Hollanda arasındaki diplomatik temasların başlamasına kadar uzanır. Cornelis Haga’nın Osmanlı’ya büyükelçi olarak atanmasıyla, bu ilişkiler ticaret temelinde sağlam bir zemine oturmuştu. Hollandalı tüccarlar, Osmanlı limanlarında baharat, tekstil ve silah ticareti yaparak büyük bir ekonomik hareketlilik sağlamış; Osmanlı’nın Hollanda’ya tanıdığı kapitülasyonlar ise bu bağları daha da güçlendirmişti.

Tarih boyunca, farklılıklar bir ayrışma unsuru değil, zenginleşme fırsatı olarak değerlendirilmişti.

Bugün ise bu tarihsel bağlar, göç, ticaret ve kültürel alışveriş üzerinden devam ediyor. Ancak ekonomik ilişkilerin ötesinde, Hollanda’da yaşayan Türk toplumu artık daha görünür bir aktör haline gelmiştir. Artık Hollanda’daki Türk toplumu, iş gücünün ötesinde girişimcilik ve eğitimiyle öne çıkıyor. Hollanda Ticaret Odası’nın verilerine göre, ülkede yaşayan her dört Türk vatandaşından birinin girişimci oluşu bu ülkeye işçi olarak gelen ilk jenerasyonla değerlendirildiğinde ne kadar büyük bir yol katedildiğini gösteriyor.. Bu girişimciler sadece kendi işlerini kurmakla kalmıyor; aynı zamanda iki ülke arasında köprüler kurarak ticari ve sosyal bağları güçlendiriyor. Girişimcilik ekosistemindeki bu yükseliş, Türk toplumunun Hollanda ekonomisine sağladığı katkının somut bir göstergesidir.

Eğitim alanındaki başarı da dikkat çekici bir diğer unsurdur. Türk gençleri, Hollanda eğitim sistemine hızla adapte olmakta ve her geçen yıl daha yüksek oranlarda üniversite eğitimi alarak kendilerini geliştirmektedir. Hollanda'da Türk gençlerinin yüksek öğrenime olan katılım oranı, yalnızca Türk toplumu için değil, aynı zamanda Hollanda’nın geleceği için de büyük bir kazanımdır. Bu gençler, iki ülkenin ortak değerlerini temsil eden birer kültür elçisi konumundadır. Ancak bu başarı hikayeleri, artan ırkçı söylemler ve nefret dolu tutumlarla zaman zaman gölgelenmekte; bu durum hem bireysel gelişimi hem de toplumsal uyumu tehdit etmektedir.

Irkçı söylemler ve nefret dolu tutumlar, yalnızca Türk toplumu için değil, Hollanda’nın bütünsel geleceği için de bir tehlike arz ediyor. Bu ülkede doğup büyüyen Türk çocukları, yalnızca bir azınlık grubunu değil, Hollanda toplumunun geleceğini de temsil ediyor. Onların başarısız olması, yalnızca kendi toplumlarına değil, Hollanda toplumunun tamamına zarar verir. Çünkü sosyal bağların zayıflaması, ekonomik ve kültürel yapıyı da derinden etkiler.

Bugün nefret söylemleriyle etkilediğiniz çocuklardan, yarın sevgi dolu bir katkı beklemek hayalden öteye geçemez.

Bu noktada, çözümün sevgi dili ve karşılıklı anlayış olduğunun altını bir kez daha çizmek gerekiyor. Toplumlar arasındaki çatışmalar, sevgi ve iş birliği ile aşılabilir. Eğitim bu konuda en güçlü araçlardan biridir. Gençlerinin eğitimde daha fazla desteklenmesi, kültürel çeşitliliğin bir zenginlik olarak ele alınması ve medya dilinin bu doğrultuda daha kapsayıcı hale getirilmesi önemlidir. Aynı zamanda Hollanda hükümetinin ve yerel yönetimlerin, nefret söylemlerine karşı daha etkili politikalar geliştirmesi, hem kısa vadede toplumsal uyumu artıracak hem de uzun vadede ekonomik ve sosyal kalkınmaya katkı sağlayacaktır.

Hollanda ve Türkiye’nin geçmişten gelen bu dostluğu, gelecekte de koruması için eğitim, ticaret ve toplumsal uyum alanlarında iş birliğini artırması kritik önemdedir. Hollanda’da yaşayan Türk girişimcilerin başarı hikayeleri ve Türk gençlerinin eğitimdeki yükselişi, sadece Türk toplumu için değil, Hollanda’nın tamamı için bir kazançtır.

Ancak bu kazanımların sürdürülebilir olması, sevgi ve anlayış temelinde bir toplumsal yaklaşımı gerektirir.

Bugün bu çocukların daha mutlu, kendilerini değerli hissedecekleri bir ortam sağlamak, yalnızca onların değil, hepimizin sorumluluğudur. Hollanda bugün sevgi diliyle konuşmayı seçerse, gelecekte çok daha güçlü bir toplumsal yapı inşa edecektir. Bu çocukların yalnızca bizim değil, Hollanda’nın geleceği olduğunun farkına varmalıyız. Nefret yerine sevgi ekilen bir toplumda, yalnızca yabancılar değil, Hollanda’nın kendisi de kazanacaktır.

Tarihten öğrendiğimiz bir gerçek var: İki ülke arasındaki dostluk ve iş birliği, farklılıkları bir zenginlik olarak görmeye dayandığında hep daha güçlü olmuştur.

Bugün bu mirası geleceğe taşımak için birbirimizi kaybetmeyi değil, kazanmayı seçmeliyiz!

Çünkü sevgi ve iş birliğiyle kurulmuş bir köprü, yalnızca bugünün zorluklarını değil, yarının fırsatlarını da kucaklar.

Unutmayalım ki, "Farklılıklar bir zenginliktir, tehdit değil." Irkçılık bu çeşitliliği tehdit olarak görerek insanlığın gelişimini durdurur, ve yine ırkçılık insan haklarına ve onuruna aykırıdır.

Saygılarımla,
Saadet Koral