IUR'dan Hollanda basınına kınama
KINAMA BİLDİRİSİ
09 Aralık 2015
Rotterdam İslam Üniversitesi, yeni bir algı operasyonu yapanları kınıyor. Batı’da genel manada karşılaştığımız gibi Hollanda’da varlığını sürdürmeye devam eden ve terörü zahiren destekleyen belli başlı gurupların uzantıları ve fikir dostları, bugün (8 Aralık 2015) itibariyle Ermeni katliamı kartını bir propaganda aracı olarak Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörümüz aleyhine kullanmak üzere harekete geçirmiştir.
5 Aralık 2015 tarihinde IUR binası önünde protesto yapan 30 kişilik PKK fırkaları terör gibi çok ciddi bir meseleyi sanki bir etnik meseleymiş gibi göstermeye çalışmış ve başarısız olmuştur. Bunun yanı sıra Hollanda siyasetinde amatör gündem mühendisliği ile siyasileştirme politikası yapanları görüyor ve kınıyoruz.
Kurumumuz, bu ucuz karalama politikalarını ve Devletler Hukukunu çiğneyen bu tür uluslararası meseleleri gündeme getirmekle, medya üzerinden ulaşılmaya çalışılan algı operasyonunu kınamaktadır. Bilinmelidir ki, toplumların algılarını yönlendirmek isteyenler bu sabah itibarı ile Hollanda Medyasından - Telegraaf ve Nu.nl - yayınladıkları FAON’un (De Federatie Armeense Organisaties Nederland) Sayın Rektörümüze karşı ‘Ermeni soykırımı suç duyurusu’ şeklinde servis ettiği bu Milli meselede, Sayın Rektörümüz, uzman ve söz sahibi bir akademisyen olup, bu sözde Ermeni Soykırımı hakkında sayısız eseri ve kitapları mevcuttur.
Nasıl O inandığımız büyük Dinin Kitabında Yüce Allah ayak oyunlarına karşılık, Ulvi Hesap’tan söz ediyorsa, öyle de bu algı makinelerinin basiret sahibi insanlar üzerinde etkisinin az olacağını da beyan etmekten kıvanç duyarım. Bu mesele aziz Milletimizin, Atalarımızın ve şehitlerimizin kan namusu olup Din-i İslam’ın da İzzetindendir. Eğitim ile uğraşan insanları sosyal baskıya maruz bırakmayı istemek ve yeniden şekle sokmayı arzulamak Medeniyetin değil baskıcı bir düşüncenin düsturudur.
Drs. E. Gokcekuyu Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörlük Kurulu Adına Resmi Sözcü
Ahmet Akgündüz'ün Ermeni meselesi ile ilgili yazısı:
Ermeni Meselesi
Prof. Dr. Ahmed Akgündüz
Bu günlerde yine Ermeni meselesi gündemde. Konuyu tarihi belgelere dayanarak ve gerçek sebeplerine inerek izah etme eğilimi zayıf. Bu sebeple konuyu tekrar ele almak gerekmektedir. Meseleyi bir kaç yönden açıklamak icab ediyor.
Birincisi; Tarih boyu Ermeniler, millet-i sâdıka sıfatıyla Osmanlı ülkesinde zimmî tabir edilen statüde yani Müslüman bir ülkenin gayr-i müslim vatandaşı sıfatıyla yaşamışlar ve Osmanlı Devleti, vatandaşlarına tanıdığı bütün hak ve hürriyetleri onlara da tanımışlardır. Şunu belirteyim ki, 1071'den yani 909 seneden beri, şayet bu uzun tarih dönemeci içerisinde biz Müslüman Türkler, azınlıkların hak ve hürriyetlerine saygı göstermeseydik, bugün Türkiye'de az da olsa azınlıklardan söz edilebilir miydi? Aynı tarih dilimi içerisinde İspanya'da Müslüman azınlıktan eser kalmaması, Avrupalılar, daha doğrusu Hıristiyan milletler ile bizlerin yani Müslümanların, bu konudaki gerçek tutumlarını göstermektedir. Ermenilere temel hak ve hürriyetler tanındığı gibi, İslâm Dininin koyduğu prensipler ışığında din ve vicdan hürriyeti de tanınmıştır. Tanzîmât’tan sonra ve özellikle de İttihâdcılar zamanında, siyasi haklar, Müslümanlar kadar Ermeniler için de kabul edilmiştir. Hatta II. Abdülhamid, maalesef Ermeni kâtili diye itham bile edilmiştir. II. Abdülhamid döneminde Agop Paşa, Hazine-i Hâssa Nâzırıdır. İttihâdcılar ise, Osmanlı Devleti’ne ihânet eden Gabriel Noradungiyan’ı Hâriciye nâzırı yapacak kadar basiretsizleşmişlerdir.
Osmanlı Devleti’nin bu davranışlarına mukabil Ermeniler, Rusya’nın tahriklerine kapılarak ve Berlin Muâhedesinin 61. maddesine dayanarak devlete isyan etmeye başlamışlardır. Aslâ çoğunluk teşkil edemedikleri Doğu ve Güneydoğu Vilâyetlerinde Müslüman insanları ve özellikle Müslüman Kürtleri kesmeye başlamışlardır. 1886’da kurulan Hınçak Cemiyeti ve bunun gibi bir Ermeni komitesi olan Taşnak Cemiyeti üyeleri, Osmanlı ülkesinde terör estirmeye başlamışlardır. Bu terörü Hamidiye Alayları ile durduran Abdülhamid, Kızıl Sultân diye itham edilmiştir. 1894’de Sason’da isyan eden Hamparsum Boyacıyan Harput Milletvekili olarak İttihâdcılar tarafından Meclis’e bile getirilmiştir. Abdülhamid’i bomba olayı ile yok etmek istemeleri, İstanbul’da arka arkaya patlayan Ermeni ayaklanmaları, onların dış güçlerin emriyle hareket ettiklerini açıkça ortaya koymuştur.
Nihâyet 29 Ekim 1914’de I. Cihan Harbine giren Osmanlı Devleti’ni, Doğudaki Ermeniler, Ruslarla birlikte arkadan vurmaya başlamıştır. Hatta Van’ı boşaltan Ruslar, burayı Ermenilere teslim edince, şarkta Müslüman katliamı başlatmışlardır (3.8.1915). İşte bu dönemde bütün Osmanlı topraklarında, Doğu ve Güneydoğu dahil ve abartılı bir rakamla, sadece 1.300.000 Ermeni yaşamaktadır ve bütün Osmanlı nüfusunun da sadece % 5’ini teşkil etmektedir. Bütün tedbirlere rağmen Ermenilerin Müslümanlara uyguladıkları katliam durdurulamayınca, Nisan 1915’de Dâhiliye Nâzırı Tal’at Bey, Doğu ve Güneydoğudaki 500.000 civarı Ermeninin, mecburi göçe zorlanması (tehcir) kararını almıştır. Gaye, Rus ordularının yollarından Ermenileri uzaklaştırmaktır. Asker himayesinde Irak, Suriye ve Lübnan’a sürgün edilen Ermenilerden bazıları yolda ağır yol şartlarından ve açlıktan ve bazıları da daha evvel yakınları Ermeniler tarafından katledilen bazı sivil ahali tarafından telef edilmişlerdir. Ermenilerce katledilen Müslüman sayısı ise 1.000.000 kadardır. Olayların içinde yaşayan Amerikalı yetkililer ve askerler, Avrupalı devletlerin bütün yaygaralara rağmen, Ermeni Katliamı iddialarını kabul etmemişler; tam aksine Müslüman katliamının olduğunu söylemişlerdir. Bu raporlar, Amerikan arşivlerinde bulunmaktadır.
İkincisi; Başta Osmanlı Devleti olmak üzere bütün Müslüman Türk Devletleri, bütün askeri hareketlerini, tamamen İslâm Hukukunun hükümleri çerçevesinde yapmışlardır. İslâm Hukukuna göre, bilfiil harp halinde bile, İslâm ordularına düşmanın şahıs ve mallarına karşı bazı fiillerin icrası ve hele hele katliam yapılması, yasaklanmıştır. Ecdâdımızı zaferden zafere koşturan en önemli sebeplerden biri, bu esaslara harfiyyen uymalarıdır. Zaten zaferler, bu esaslara uymaları ile doğru orantılıdır. Yasak fiilleri kısaca sayarak katliamın nasıl mümkün olmadığını özetleyelim: Zulüm ve işkence ile düşman askerini dahi öldürmek; muhârip sınıfına girmeyen kadınları, küçükleri, sahiplerine hizmet için gelmiş köleleri, sakat ve müzminleri, yaşlıları, hastaları, akıl hastalarını ve dünyadan el etek çekmiş din adamlarını öldürmek yasaktır. Ancak bunlardan biri bedeni, fikri ve malı ile savaşa katılırsa, öldürülebilirler. insan ve hayvanların uzuvlarının kesilmesi (müsle) de yasaktır. Verilen söze veya muâhedeye aykırı hareket yasaktır. Savaş zarureti bulunmadan ziraî mahsuller, orman ve ağaçlar yakılmaz. Zina ve gayr-i meşrû münasebetler yasaktır. Rehineler öldürülemez; ölülerin başı ve uzuvları kesilemez ve katliam yapılamaz. Başta baba olmak üzere yakın akraba, savaşla ilgisi olmayan esnaf ve tüccarlar öldürülmez. Daha başka yasaklar da bulunmakla beraber, biz bu kadarıyla iktifâ ediyoruz.
Bu hükümleri, tehcir kararı alan Tal’at Paşa da bilmektedir. Zaten 1986 yılından sonra bütün Osmanlı Arşivindeki belgeler araştırmacılara açılmasına ve bu konuda iddiası olanların iddialarını isbat etmeye davet edilmelerine rağmen, müslim yahut gayr-i müslim hiç bir hukukçu Osmanlı Devleti’nin katliam yaptığını isbat eden bir tek belgeye rastlayamamıştır.
Üçüncüsü; Tehcir yani mecburi göçün hukukî dayanağına gelince, Hz. Peygamber’in Benî Kurayza Yahudilerini, müşterek vatanları olan Medine’nin düşmanlara karşı korunmasına söz vermelerine rağmen ihanet etmeleri sebebiyle Medine’den tehcir etmiştir. Aynı sebeple tehcir yapmak da caizdir. İşte Nisan 1915’de Osmanlı Devleti tarafından yapılan da budur.
Kısaca aslı astarı olmamasına rağmen, bir asra yakındır Ermeni katliamı iddialarıyla suçlanan Müslüman Türk milletinin katliam yapmadığı halde suçlanmaya devam edilmesi, tarihî ve ilmî değil, sadece siyâsidir. Osmanlı Arşivlerini açan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu iddialara en güzel cevabı vermiştir .
Özetle ifade edecek olursak, kim ne derse desin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı devleti’nin resmi ve tek mirasçısıdır. Bundan kaçmak aslını inkar etmek demektir.