‘’Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler olarak üzerlerine tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan musallat kildik. Yine büyüklük tasladılar ve suçlu, günahkâr bir kavim oldular.
Her defasında antlarını bozdular.’’
Araf,133
Büyük kıtlık zamanında Hz. İbrahim’in soyundan gelen İsrailoğulları Mısır’a yerleştiler.
Orada 400 yıl boyunca köleleştirildiler. Yüzyıllar boyunca acı çektiler.
Ayaklanmalarından korkan dönemin Mısır Kral’ı (Firavun) gördüğü bir rüya ile İbranilerin tüm erkek çocuklarının öldürülmesini emretti.
Musa Aleyhisselam’ın annesi İmran, onu bir sandık içerisinde Nil nehrine bıraktı. Allah’ın lütfu ile bu sandık Firavun’un sarayına gitti ve Firavun’un hanimi Asiye bu çocuğa sahip çıktı ve Musa As. Firavun’un sarayında büyüdü.
İleri gelen Yahudilerin anlatımıyla, Musa genç adam olduğunda bir gün bir Mısırlı kalfanın İbrani’li bir köleye vurduğunu görüyor, kendisini uyarmasına rağmen tekrar devam etmesi üzerine mısırlı kalfayı öldürüyor.
Firavun’un kısas yapmak istemesi sonucu Musa As. Mısır’dan ayrılarak Medyen’e doğru yola çıkıyor.
Medyen’de Şuayb peygamberin kavmine sığınıyor ve kızı Safura ile evlenerek tam on yıl çobanlık yaparak Medyen’de kalıyor.
Yahudiler Musa As.’mın bir adam öldürmesini ise şöyle yorumlamaktadır; “Acı çeken birini görseniz ne yaparsınız? Baş kaldırmaz mısınız? Sosyal adalet Musa’yla başladı!”
Katil Musa’dan kurtarıcı Musa’ya giden bir serüven;
On yıl Medyen’de kaldıktan sonra İsrailoğullarını zulüm altında bulundukları Mısır’dan çıkartmak için Mısır’a doğru yola koyulan Musa As. Tur Dağ’ında iki mucize ile birlikte peygamberlik veriliyor.
Onlara yolu göster!
Rabbi O’na’; “Mısır’a git İbranilere benim elçim olduğunu söyle ve onları pesinden gelmeye ikna et” dedi.
Mısır’a doğru yola çıkan Hz. Musa Mısır’a varır varmaz önce kardeşi Harun ve ailesiyle görüşür ve sonrasında ise Kral’ın karşısına çıkarak kavmi ile birkaç günlüğüne çöle gitmek için izin ister. Her defasında söz verip son anda sözünden dönen Firavun’un yaptıklarına Allah gerçekleştirdiği mucizeler ile cevap verir.
Kurbağa istilasından tüm şehrin sularının kana dönüşmesinden tutun en son verdiği sözden cayan Firavun’un kendi oğlu da içlerinde olmak üzere tüm ülkede ilk doğan çocukların bir gecede ölümüne kadar onlarca mucizenin gerçekleştiğine sadece İbraniler değil tüm Mısır halkı şahit olmuştur.
Ve nitekim kibrinden vazgeçmeyen Firavun, “Ben Nil’in Kralı ve tanrısıyım, onların Mısır’dan çıkmalarına asla müsaade etmeyeceğim’’ diyerek ordusunu toplar ve Hz. Musa’nın arkasından gitme kararı alır.
Musa As. iman edenlerle birlikte Mısır’dan ayrılıp Kızıldeniz’e geldiğinde deniz ikiye ayrılır fakat kafileyi takip eden Firavun ve ordusu denizde boğularak helak olur.
Bu mucize ile Allah gerçek yaratının ve mülkün tek sahibinin kendisi olduğunu hem kibrine yenik düşen Firavun’un hem tüm insanlığın gözleri önüne sermiştir.
Ve.. insanın bunu hep hatırlaması için, Firavun’un bozulmamış cesedi Londra’daki British Müze’sinde teşhir edilmektedir. 3.000 seneden fazla bir zaman önce ölen Firavun’un cesedi, mumyalanmış olarak değil, ibret-i âlem için mumyasız olarak çürümeden korunmuştur. Tam bir ibret vesikası olarak vücudu hiç bozulmamış, etleri çürümemiş ve tüyleri dahi dökülmemiş şekilde ve secde eder vaziyette bulunmuştur. Çünkü Firavun ölürken secdeye kapanmıştı. Kur’an-ı Kerîm’de buyuruluyor ki:
“İsrailoğullarını denizi yararak geçirdik. Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları [yarılan denizde] takip etti. Firavun denizde boğulurken, “İsrailoğullarının inandığından başka ilâh olmadığına iman ettim, ben de Müslüman oldum.” dedi. Ona, “Şimdi mi inandın, daha önce isyan eden bir bozguncu idin.” dendi. [Denizde boğulan Firavun’a Allah’ü Teâlâ buyurdu ki:] Senden sonrakilere bir ibret teşkil etmesi için, bugün senin [denizdeki] cesedini [çürütmeden] çıkarıp [sahile] atacağız. Buna rağmen insanların çoğu ayetlerimizden gafildir.” [Yunus süresi: 90-92. ayet]
Hz Musa ve kabilesi çölü geçip vadedilmiş topraklara geçmek istediklerinde Allah C.C bir bulut kütlesi öncülüğünde onları Kenan diyarına doğru ‘’Arz-i Mev’ud’’ denilen yere götürürken İsrailoğulları’nın orada bulunan Amalika kavminden korkması üzerine kırk yıl Tih Sahra’sında kalmaya mahkum oldular.
Hz. Musa, İsrailoğulları’nı Firavun’un zulmünden kurtardıktan sonra kırk gün kırk gece sürecek bir buluşma için Sina dağına davet edilmiş ve orada kendisine levhalar verilmiştir. (Tevrat indirilmiştir)
Tur-i Sina’ya çıkarken yerine kardeşi Harun’u vekil bırakan Musa As., kırk gün sonra elinde levhalar ile Sina dağından inerken gördükleri karşısında adeta yıkılmıştı. Mısır’dan dönerken yanlarında getirdikleri altınları eriterek buzağı haline getirip ona tapmak için toplanan kavmini gördüğünde büyük bir hayal kırıklığı yaşadı.
Haklıydı.. Allah’ın gözleri önünde gerçekleştirdiği tüm mucizelere şahitlik eden kavmi nasıl olur da hala ona karşı güvensizlik duyup böyle bir şeye kalkışırdı.
Musa Aleyhisselam gördükleri karşısında çaresiz kalarak Allah’a seslendi ‘’Ya Rab bizi vadedilmiş topraklara değil buraya yönlendirmeseydin tüm bunlar belki olmayacaktı’’ diyerek kendisi ve kavmini affetmesi için yalvarışta bulundu.
Allah kendisine ‘’Ey Musa! Orada nasıl yaşayacağını bilmeden vadedilmiş topraklara varmanın manası nedir?” diye vermiş olduğu cevapla aslında sadece o doneme değil o topraklara ulaşmak isteyen günümüz insanına da açık ve net bir şekilde cevabini vermiş oldu.
Musa As. Allah ile görüşmesinden sonra kavminin karşısına çıkıp şunları söyledi;
‘’Özgürlüğünüz var fakat hakikat olmadan onu koruyamazsınız!’’
Ve devamında Sina Dağında kendisine indirilen 10 ayet kendi deyimlerince (on kanun) ile konuşmasına devam etti;
- ÖLDÜRMEYECEKSİN!
- Benden başka tanrın olmayacak,
- Hiçbir puta tapmayacaksın,
- Rab ’bin adını bos yere ağzına almayacaksın,
- Senin olmayana göz dikmeyeceksin!
- Şabat gününü hatırla ve kutsallığını koru,
- Annene ve babana saygı göstereceksin,
- Zina etmeyeceksin,
- Yalancı şahitlik etmeyeceksin,
- Komsunun evine veya hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin!
Nitekim 40 yıl çölde kavmine önderlik yapan Musa peygamber vadedilmiş topraklara gidemeden orada vefat etti.
Değerli okurlarım, hepinizin bildiği hem kendi kitaplarında hem de kitabimiz Kur-anı Kerim’de geçen bu gerçek hikayeyi çok kısa dahi olsa kaleme almaya çalıştım. Çünkü bu günü yorumlayabilmemiz için geçmişi iyi okuyabilmemiz gerekiyor. Hakikatin dışına çıkarak kendi uydurma inanış ve düşüncelerimiz ile bir yol çizmeye çalışır isek bu yol bizi aydınlığa değil karanlığın en korkunç tarafına götürür.
Tüm dünyanın gözleri önünde böylesine büyük bir katliam gerçekleşir iken, hepimizin bir kez daha insan olduğumuzu ve bizi yaratana bir şükran ve minnet borçlu olduğumuzun bilincinde olup, bu zulme sessiz kalmamızın mümkün olmadığı düşüncesindeyim!
Hakikat karşısında dilsiz şeytan olmaktan Allah’a sığınırız.
Elbette bu katliamı gerçekleştirenler ile buna karşı olanları ayni kefeye koymayacak kadar Adil ve bilinçliyiz. Bu karşısında dik bir duruş sergileyen tüm Yahudi kökenli kardeşlerimizi tenzih ettiğimi büyük bir hassasiyetle belirtmek isterim.
Şimdi savunmasız çocuk, kadın, erkek demeden dönemin Firavun’unu bile aratmakta olan Netenyahu ve onu destekleyen herkese sesleniyorum;
Öncelikle mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu belli ki siz unuttunuz! Lakin bu size hiç şüphesiz hatırlatılacaktır. İşte o gün bununla karşılaştığınızda yaradılışınızda içinizde var olan yani Allah tarafından yerleştirilmiş korku ile mi başa çıkacaksınız? Neye güvenerek bu kadar ileri gidebiliyorsunuz? Güvendikleriniz şayet Allah’tan başkası ise yirmi saniye nefes aymayın gelsin çare olsunlar.
Dünyanın en gelişmiş teknolojisi ve en güçlü silahları ile aylardır bir avuç insanın üzerine bombalar yağdırıyorsunuz. Gözlerinizi kan bürümüş gibi hastaneleri, Cami’leri , Kiliseleri ve hatta sığındırdıkları çadırları bombaladınız yaktınız, yıktınız.
Evlatlarının dağılmış kol ve bacaklarını bir araya toplayıp anne ve babalardan tutun da, çocukların gözü önünde öldürülen anne babalara kadar! Yaşayabilecekleri en dehşet en korkunç anları yaşayan bu insanların büyük acılar karşısında bile ellerinde ceset torbalarına sarılarak şahadet parmaklarını gökyüzüne kaldırıp, ‘’Allah’ım sana şükürler olsun ki, sen bize şehitlik makamını nasip ettin’’ sözlerinden demi kaybettiğinizi anlamıyor sunuz? Böyle bir imanı böylesine asil bir soyu yenebileceğinizi mi sandınız?
Bu nasıl bir ahmaklıktır ?
Gücünü kendisince dünyaya haykırmaya çalışanlar, gerçek asıl güçlü olanların gücünü Allah’tan alanlar olduğunu göremezler. Çünkü kalpleri Allah tarafından karartılmıştır.
Kutsal toprakları ele geçirince yaptıklarınız tüm kötülüklerin Allah tarafından affedileceğine inanan bir zihniyet ile karşı karşıyayız. Yoksa Allah size böyle bir söz mu verdi? Şayet böyle bir şey olsa idi tüm asırlara hitap eden Allah’ın bizlere indirdiği son kitap olan Kur-an’ı Kerim’de her şey bildirildiği gibi buda bildirilirdi. Kendi hayal ürününüz olan yazdığınız kitaplara inanıp katliamlar gerçekleştirmek nasıl bir zavallılık sendromudur?
Musa Aleyhisselam’a Sina dağında inen Tevrat’ın ilk ayeti “ÖLDÜRMEYECEKSİNİZ” dir. Diğer bir ayet ise, ‘’ Komşunun evine veya hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin” diyor. Tarihten bu güne kadar sizler sadece size ait olmayan şeylere göz dikerek sizin olmayanları hâksiz bir şekilde ele geçirdiniz? Hayatta iken kendi peygamberini üzen bir kavim olarak hafızalarda kazındınız. Onun yapma dediklerini tarih boyunca da yapmaya devam ettiniz/etmektesiniz. Şimdi ise masum ve savunmasız insanları öldürerek mi peygamberinizi hoşnut edeceksiniz veya Allah’ın sevgili kulu olacaksınız?
Tüm kainat masum çocukların çığlıkları ile titrerken, siz o kanlı elleriniz ile kutsal toprakları ele geçireceğinizi mi zannediyorsunuz? Hangi kötülük bu güne kadar kalıcı bir zafere erişmiştir?
Hiç şüphesiz sabrı büyük olan Allah elbette tüm bunlara bir cevap verecektir.
En büyük cevabi ise, bu zulme sessiz kalan Müslümanlara verecektir.
Dünyanın en acı katliamlarından biri yaşanır iken buna sağır ve dilsiz kalan ruhlarını ve kalplerini karartmış olanlara verecektir.
Allah’ın varlığına, gücüne sırtını dönmüş, ruhunu beş paraya satmış, gücünü Allah’tan almak yerine oturduğu masalardan yani Kul’dan almayı tercih eden Müslümanlara verecektir.
‘’Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani o zaman düşman orduları sizi kuşatmıştı; biz de onların üzerine şiddetli bir rüzgâr ve sizin göremediğiniz ordular göndermiştik. Allah, ne yapıyorsanız hepsini çok iyi görüyordu.’’ Azhab 9
En büyük cevabi bu katliam karşısında, “Henüz yeterli güce sahip değiliz” diyerek Allah’ın ayetlerini ısrarla görmeyenlere, sadece işlerine geldiği zaman O’nun ismini zikredenlere verecektir.
Her gördüğümüz görüntü karşısında kalplerimizi dağlayan bu büyük insanlık katliamının son bulması için dua ediyorum.
Allah’ın kendilerine bahşettiği bu iman gücüyle bizlere her gün ders verecek nitelikte olup bu dehşete karşı hala aç, susuz göğüs geren, direnen, dimdik duran, bu durumda bile şükredebilen, ayakta kalabilen, ruhlarının tüm dünyayı aydınlatarak harekete geçirten, böylesine asil ve soylu bir şekilde varlığını sürdürmeye çalışan tüm Gazze halkının zafere ulaşmasını Rabbim ’den niyaz ediyorum.
Rabbim sizlere muvaffakiyetler nasip etsin.
Rabbim zulmedenleri durdursun!
Rabbim tüm şehitlerimize rahmet eylesin ve yaralı olan evlatlarımızın, kardeşlerimizin acılarına tüm güzel esmaları ile mehlem olsun.
Dualarımız hep sizlerle,
Allah’a emanetsiniz.
Saygılarımla,
Saadet KORAL