Şikayetçi olduğumuz ya da insanların bizden şikayetçi oldukları davranışlarımız ve nedenleri üzerine konuşma zamanı geldi diye düşünüyorum.
Kimliğimiz, davranış ve düşünce temelimizin oluşmasına tohum atan en küçük toplumsal birim, ailedir. Aile, domino taşının ilkidir. Yani o ilk taş ne yönde devrilirse ona dokunan her şey de aynı yönde ilerleyecektir.
Her ailenin yapısı bireysel parmak izi gibidir aslında ama toplumlar bitkilerdeki tozlaşma gibi bir yolla, zamanla birbirlerine benzerler. Hele ki kök aile dışındaki herkesi önemseyen yani ‘El âlem Cumhuriyeti’ vatandaşlarının düşüncelerini, yorumlarını taleplerini ve istemediklerini kendi ailesindeki bireylerden daha çok önemseyen ebeveynler, çocuklarına istemsizce ‘el âlem ne der?’ anlayışı ile zulüm ederler.
Bazı aileler de, korumak için kısıtlıyor, inancı ve kültürü sağlamlaştırmak için dış dünyaya uyumlamasına engel oluyorlar ya da çocukluk gençlik döneminde sahip olamadıkları özgürlüklere ekonomik güç kazanımından sonra sahip olmak için tam tersi bir tutumla sorumsuz ebeveyne dönüşerek “Kendi hayatımı yaşama zamanı geldi,” cümlesine sığınarak çocuklarına ebeveynlik yaptırıyorlar. İki şekilde de kurulan aile düzeni, aile kavramının dışına çıkıyor. Aynı evde yaşamak zorunda kalmış insan topluluğu gibi herkes birbirine mana veremedikleri bir şekilde katlanmak mecburiyetinde kalıyor. Sağlıksız toplumların oluşmasının birinci şartı da bu vesile ile gerçekleşmiş oluyor. ‘Aile çökerse, toplum çöker,’ cümlesinin geçerlilik ispatı tespit edilmiş oluyor.
Avrupa’da yaşayan gurbetçi ailelerin arasında bu sorunlarla boğuşan Türkiye’den daha fazla aile var diyebilirim. Evet, aile kaderimizdir ama ailemizin yaşamımızı kötü etkilediğini düşündüğümüz davranış ve düşüncelerine karşı tutumumuz kaderimiz değil, tercihimizdir. Saygılı, sevgili, şefkatli ve paylaşıma açık bir ailede sağlıksız insan barınamaz. Değerlere sahip çıkalım derken, sevgide şefkatte cimrilik, öfkede cömertlik yapmayalım diyorum.
Ailemizdeki bireyleri ve kendimizi tanımakta güçlük çektiğimiz zamanlar yaşıyoruz. Davranışlarını anlamlandıramıyoruz ve birbirimize karşı gizli düşman oluyoruz. Kuşak çatışmaları yaşıyoruz. Davranışların nedenlerini anlarsak, tepkilerimizi de ona göre belirleyebiliriz diye düşünüyorum. “Çocuğum bana karşı saygısız, bundan adam olmaz,” cümleleri yerine empatik düşünüp “Neden böyle davrandığını anlamam lazım, ben de ona yanlış mı davranıyorum acaba,” diyebilirsek sorunlar daha kolay çözülecektir.
Kendimize de dürüst olarak hem kendimizi hem de etrafımızdakileri tanımlayacağımız bu bölümü okuduktan sonra yaşamımızda ufak tefek olumlu değişiklikler olacağı inancındayım.
KİBİR: Kibirli kişiler, sıradan olma korkusu yaşarlar. Toplumda kibir olarak bilinen gururun, aslında hastalık değil, hastalık belirtisi ve kişilik sorunu olduğunu söyleyebilirim. Kibirli kişilerde, narsistik kişilik dediğimiz kişilik yapısı vardır. Bu kişilerin hayatlarının en büyük teması, büyüklük duygularının yüksek olmasıdır. Kendilerini özel, üstün ve seçilmiş görürler. Diğer insanları da küçük görürler.
Kibriyle cahil olduğunu gizlemeye çalışanlar, stresli alanlarda durumla baş edemeyeceklerini anladıkları zaman, “Sen, benim kim olduğumu biliyor musun?” cümlesini bolca kullanırlar. Duymuşsunuzdur. Bu tür kişilerde öz güven değil, öz beğeni vardır.
KOMPLEKS: Alfred Adler’in ortaya çıkardığı ‘aşağılık kompleksi’ terimi bu bağlamda kişinin gerçek ya da hayalî kaynaklardan dolayı kendi benliğini gerek ruhsal, gerek bedensel olarak başkalarından daha değersiz, gereksiz, niteliksiz hissetmesine neden olan karmaşa ve buhran olarak tanımlanır. Kök ailedeki yetiştirilme koşulları, büyütülen toplum yapısı ile de ilişkin olmakla birlikte, kişi tedavi bu sorunla ilgili tedavi görmezse çocuklukta başlayan durum, yaşlılığa kadar sürebilir. Bu kişilerin en çok dikkat çeken özellikleri, ön plana çıkma çabalarıdır.
KISKANÇLIK: Kıskançlığın en belirgin özelliği üçlü bir ilişki içinde ortaya çıkmasıdır. Kişi, gerçekten var olan ya da hayalî bir üçüncü kişiyi veya nesneyi, mevcut ilişkisine bir tehdit olarak algıladığında kıskançlık duygusu ortaya çıkar. Kıskançlık denince akla ilk olarak romantik kıskançlık gelse de arkadaşlarla veya kardeşlerle olan ilişkilerde de benzer bir süreç kıskançlık duygularını ortaya çıkartabilir. Yani kiminle olursa olsun, kişi için önemli olan bir ilişkiyi bir rakip yüzünden kaybetmeme isteği kıskançlığı ortaya çıkartabilir.
Kıskançlığa yatkınlık içinde yaşadığımız kültürden, aile geçmişimizden ve kendi kişisel deneyimlerimizden etkilenir. Tetikleyici bir olay olmadıkça kıskançlığa yatkınlığımız fark edilmez. Kıskançlığın kök nedenleri; öz güven, öz değer eksikliği, kompleks; yalnız kalma ve sahip olduklarını başkasına kaptırma kaygısı olarak gösterilebilir.
MÜKEMMELLİYETÇİLİK: Mükemmeliyetçilerin belirtileri pek çok şekilde kendini gösterebilirken, en bilindik olanları; tekrarlama, düzeltme, karar verebilme konusunda güçlük çekme, aşırı derecede planlı davranma, düzenleme ve sıralama gibi davranışlar olarak gösterilebilmektedir. Bunların yanı sıra erteleme, kaçınmaya çalışma ve başkalarının davranışlarını değiştirmeye çalışma gibi davranış eğilimleri de mükemmeliyetçiliğin belirtileri arasında yer almaktadır. Yeterince mükemmel olmadan asla adım atmazlar.
Nedenleri daha açık bir şekilde izah etmek gerekirse; çocukluk döneminde sevilme, takdir görme, onaylanma gibi durumların başarı karşılığında doyuma ulaşması, anne ve babanın tutumu, çocukluk döneminde yaşanan travmalar ve bunun gibi durumlar, mükemmeliyetçiliğin nedenleri arasında yer almaktadır.
YALANCILIK: Yalan söylemek bilerek ve isteyerek yanlış ifadede bulunmaktır. Genellikle gerçeği söylemenin yaratacağı sonuçlardan kaçınmak için yalan söylenir. En büyük nedeni suçlanma korkusudur. Savuma, aklanma, suçsuzluk ispatı gibi nedenlerle başlamış olabilir. Birkaç yalan çeşidi toplum tarafından kabul edilmiştir.
• Gerçek yalan: Kötü niyetli ve aldatıcıdır. Vahim sonuçlar doğurabilir. Yalan söyleyenin kendisine faydası vardır. İçinde gerçeklik barındırmaz ve kabul edilemez.
• Beyaz yalan: Hilesiz ve iyi niyetle söylenir. Başkasını üzüntüden, sıkıntıdan veya olumsuzluktan kurtarma amacıyla söylenen, genel olarak başkasının yararını göz önünde bulunduran, doğru olmayan ifadelerdir. Sonuç zararsızdır. Karşı tarafı koruyucu özelliği vardır.
• Gri yalan: Niyet belirsizdir, iyi veya kötü niyetle söylenebilir. Sonucu belirsizdir yani farklı sonuçlar doğurabilir. Yalandan elde edilen fayda belirsizdir. Doğruluk düzeyi belirsizdir. Sonuç yoruma bağlıdır.
Patolojik yalan, yalan söyleme alışkanlığı ise psikiyatride mitomani olarak tanımlanır. Hastalığa sahip kişilere mitoman denir. Mitomani hastaları yalan söylediklerinin farkında değildirler. Çocuklarda normal karşılanan bu durum, yetişkinler için patolojiktir. Normal insanlar, yalan söylediklerinde utanç ve suçluluk duyabilirler ancak mitomanlarda böyle bir durum yoktur. Çoğu zaman çok güzel ve etkileyici, fantastik yalanlar söylerler. Gerçekle fantazi iç içe geçtiğinde inandırıcı olabilirler. Yalan söyleyerek kendilerini önemli bir insan veya kahraman gibi gösterirler. Çoğu zaman kendi yalanlarına inanırlar. Eski yalanlarını desteklemek için sürekli yeni yalanlar uydururlar.
Mitoman, gerçeği de söyleyebilir ancak öyle bir süsler, öyle bir büyütür ki inanamazsınız. Zamanla aile ilişkileri bozulur. Neşeli Günler filminden “Atma Ziya!” repliğini hatırlatmak isterim. Ziya, mitoman kimliğe iyi bir örnektir.
Mitomani psikiyatrik hastalıklar sınıflandırmasında ayrı bir tanı olarak geçmemektedir ancak bazı hastalıkların belirtisidir. Bu hastalıklar: Bipolar bozukluklar, Dikkat eksikliği sendromu, Dürtü kontrol problemleri, Madde bağımlılığı, Sınırda kişilik, Narsistik kişilik bozukluğu, Takıntı bozuklukları.
CİMRİLİK: Cimri kişi bir paylaşımda bulunacağı zaman kendisinden sanki bir parça kopuyormuşçasına rahatsız olur ve bir kayıp yaşayacağını düşünür. Toplumumuzda cimrilik, ekonomik olarak algılansa da cimriliğin farklı boyutları da vardır. Duygusal cimrilik, sosyal cimrilik ve psikopatik cimrilik gibi. Psikopatik cimrilik en tehlikeli olandır çünkü burada cimri kişilik yapısının yanı sıra zalimlik de vardır. Ekonomik güç edinmek için psikolojik baskılar ve şiddet uygulanabilir.
ŞÜPHECİLİK: Septisizm, şüphecilik, kesin bilginin olanaksızlığını savunan felsefi görüştür. Olayların geri planında birtakım görünenin dışında başka şeylerin olduğuna dair inançtır. Sağlıklı psikolojideki insanların bu tür eğilimleri olmaz. Şüphe duygusunun temeli ailenin içinde verilmiştir. Eğer aile çocuğu duygusal alanda tam alanda doyurmayıp, aile dışındaki kişilere karşı korku salarak ve insan ilişkilerinden uzak tutarak güven ilişkisinin temelini tamamlamamışsa, kişi büyüme çağında ve yetişkinliği boyunca şüpheci bir kimlik olarak yaşayacaktır.
SORUMSUZLUK: Yapılması gereken işin yapılmamasıdır. Sorumluluğun çocukken kazandırılması için çocuğunuza başkaları için iyilik yapmayı öğretin. İyilik yaparken alacağı mutluluk ona sorumluluk sahibi olmayı öğretecektir. Eğer çocuğunuz sorumsuz ise ailede de sorumsuz anne ve baba vardır.
TEMBELLİK: Tembellik, hareketsizlik ve üretime karşı motivasyonsuzluktur. Kişi erteleme eğilimi gösterebilir; işe geç gidebilir, izin almadan veya rahatsızlık sebebiyle işe gitmeyebilir hatta işinden ayrılabilir. Çocukluğunda sorumluluk verilmeyen kişiler, yetişkinliğinde de sorumluluk almak istemeyebilir.
MESAFELİ OLMA: Toplumda kabul gören bir gerçeklik var ki soğuk görünümlü kişiler toplumda çok takdir edilmiyor. Neden böyle bir yapı sergilediklerinin psikolojik ve nörolojik açıdan değerlendirdiğimizde çıkan sonuç ötekilere duyarsızlık, duygudaşlık kuramamak, bebeklikte yeterince sevilmemiş olmak, sıcak bir ebeveyn çocuk ilişkisinin kurulamaması, bağlanma sorunu, güvensiz bağlanma, travma mağduru olmak ve küçük yaşlarda insan eliyle oluşmuş travmalara maruz kalmadır.
KARARSIZLIK: Kararsızlık, bir konuda karar verememe ya da seçim yapamama olarak tanımlanabilir. Kararsızlık nedenleri: • Öz güven eksikliği • Seçim yapamama • Detaylara takılıp kalma • Hata yapma korkusu • Başkaları ne der düşüncesi • Mükemmeliyetçilik • Kararı karşıdakinin vermesini bekleme • Karşıdakini kıramama • “Hayır” diyememe • Bağımlı kişilik yapısı • Bilgi sahibi olmadığı bir konuyla karşı karşıya olma • Kimlik karmaşası • Sorunlu, çatışmalı bir ortam • Karşıdakinin baskın tutumu • Her türlü kararın olumsuz sonuçlar içermesi.
DEDİKODUCULUK: Dedikodu bize temel olarak şunu söylüyor: Kişilerin davranışlarını yargıla, olayları sorgula ve iyi-kötüyü, doğru-yanlışı ayırt et. Herhangi biri ahlak dışı bir davranışta bulunduğunda buna tanık olan insanlar dedikodu yaparak kendilerini daha iyi hissetmeye başlıyorlar. Bu tür durumlarda kişiler kendilerine diğerleriyle karşılaştırma fırsatı vererek kendisiyle övünmesini sağlıyor. Dedikodu, duygusal boşalma ve sosyal kontrol sağlamasının ötesinde kişinin kendini değerlendirme arzusu ile de yapılabiliyor.
İNATÇILIK: İnat, bir kişinin bir inanç, bir davranış, bir durum veya herhangi bir şeyi doğru ya da yanlış olduğunu bilmesine rağmen bu duruma karşı gelmekte direnmesi hâlidir. İnatçılık problemi, genellikle 2 ila 3 yaş dönemlerinde ortaya çıkar. Yetişkinlerde ise aslında temelleri çok küçük yaşlarda atılmış olan inatçılık problemi şekillenmiş hâldedir.
DİKBAŞLILIK: Otoritemizi veya gücümüzü kaybettiğimizde hissedeceğimiz duygu veya yaşayacağımız yalnızlık ve çaresizliğin verdiği korku hâlidir. Aslında biz farkında olmadan gücümüzü kanıtlama çabasında oluruz. Dik başlılığın asıl nedeni, güçsüzlük korkusudur.
Nazan Arısoy