Müslümanlar olarak önce örnek olalım! İçsel özeleştiriden toplumsal güvene…

Günümüzde Müslümanların yaşadığı sorunlar, yalnızca dış faktörlerden veya başkalarının müdahalelerinden kaynaklanmıyor. Bu tür zorluklar, aynı zamanda bizlere bir hatırlatma niteliği taşır ve bu hatırlatma ise hem bireysel hem de toplumsal anlamda kendimizi geliştirme fırsatı sunar. 

Hollanda’daki camilere yönelik düzenlemeler ve genel olarak Avrupa’da İslam’a karşı oluşan algılar, bu çerçevede değerlendirilebilir. Ancak bu durumların asıl sorumluluğunu sadece bulunduğumuz ülke yönetimlerine bağlamak, İslam’ın özünde yer alan özeleştiri ve sorumluluk bilinciyle çelişir. Sorunlara karşı tepkisel değil, yapıcı ve örnek bir yaklaşımla çözüm aramak, Müslümanların İslam’ın evrensel değerlerini daha güçlü bir şekilde temsil etmesine eminim daha fazla katkı sağlayacaktır.

İslam, bireysel ve toplumsal yaşamın her alanına rehberlik eden bir dindir. Bu rehberlik yalnızca ibadetlerde değil, ticari ahlak, komşuluk, aile hayatı, eğitim ve toplumsal dayanışma gibi konularda da geçerlidir. Ancak bugün Müslüman toplumların, İslam’ın sunduğu bu yüksek ahlak ve değerler sistemini yaşamlarının her alanında yansıtmada maalesef yetersiz kaldığını görmekteyiz. Helal ve haram sınırlarının ihmal edilmesi, dürüstlük ve adaletten uzaklaşma, toplumsal sorumlulukların yerine getirilmemesi gibi sorunlar, yalnızca bireylerin değil, toplulukların da dengesini bozmakta ve dışarıda İslam’ın temsil edilme biçimini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu bağlamda Allah’ın bir mesajı olarak değerlendirebileceğimiz bu zorluklar, bizlere kendi eksikliklerimizi fark etme ve düzeltme çağrısı yapmaktadır.

Bizler Allah’ın evi olarak adlandırdığımız o çatı altında her şeyi yapmayı kendimize mubah olarak görmeye devam ettiğimiz müddetçe eminim imtihanımızda bitmeyecektir.

Eğer bir grup, dini bağlılık üzerinden ekonomik bir sistem kuruyor veya üyeleri belirli ticari işletmeleri kullanmaya zorluyorsa, bu durumun sorgulanması önemlidir. Bu tür eğilimler, dini inancın özünden uzaklaşılmasına ve maddi çıkarların öncelenmesine neden olabilir. İslam'ın temel prensipleri ise samimiyet, adalet ve ahiret odaklı bir yaşamı öğütler. Ticaretin meşru yollarla yapılması elbette teşvik edilir, ancak bunun din üzerinden manipüle edilmesi ve kendi cemaatini bu şekilde baskı altına almaya çalışması asla kabul edilemez.

Kur’an-ı Kerim’de Allah, bir toplumun kendi durumunu değiştirmediği sürece o toplumu değiştirmeyeceğini açıkça belirtir. Bu, Müslümanlara yöneltilen çok güçlü bir mesajdır:

Zorlukların çözümü için önce kendimize bakmalı ve eksikliklerimizi gidermeliyiz. Eğer helal kazanç, dürüst ticaret, toplumsal empati ve ahlaki değerler gibi konularda yeterince hassas değilsek, bu eksiklikler yalnızca bireysel hayatımızda değil, aynı zamanda toplumsal düzende de bir bozulmaya neden olur. Dolayısıyla, Hollanda’daki camilere yönelik düzenlemeler gibi dışsal müdahaleleri değerlendirirken, önce kendi tutum ve davranışlarımızı gözden geçirmemiz gerekir.

Hollanda hükümetinin özellikle Selefi camilere yönelik düzenlemeler getirme çabası, bu tartışmaların merkezinde yer alıyor. Selefi anlayış, İslam’ın ilk nesillerinin uygulamalarına sıkı bir bağlılık savunurken, diğer mezheplere ve yorumlara karşı daha katı bir tutum sergileyebilir. Esasında Diyanet İşleri Başkanlığı, Selefi anlayışın bu radikal unsurlarını eleştirir ve İslam’ın evrensel, hoşgörüye dayalı, toplumsal uyumu gözeten değerlerini savunur. Diyanet, Hanefi-Maturidi geleneğine dayanarak İslam’ı daha geniş bir perspektiften ele alır ve radikal tutumlardan uzak durur. Bu bağlamda, Diyanet’in Selefi gruplara karşı mesafeli duruşu, İslam’ın barışçıl ve kapsayıcı bir şekilde temsil edilmesi açısından büyük önem taşır. Ancak bu tür düzenlemeler, yalnızca Selefi camilerle sınırlı kalmayıp, Müslümanların genel dini özgürlüklerini etkileyebilecek bir potansiyel taşıdığından, toplulukların birlikte hareket etmesi gereklidir.

Ebetteki Diyanet’in yalnızca kendi haklarını savunmakla yetinmeyip, diğer Müslüman kurumlarla ortak bir duruş sergilemesi daha etkili bir çözüm sunabilir. Ortak platformlar oluşturulması, hem Müslümanların kendi içlerinde birlik ve beraberliği güçlendirmelerine hem de dış müdahalelere karşı daha güçlü bir savunma mekanizması geliştirmelerine olanak tanır. Şayet Diyanet bu görevi hakkıyla gerçekleştiremiyor, Diyanetin yerine bu birleştirici görevi bir başkası üstleniyorsa bu şu soruyu beraberinde getirir? Diyanetin zarar görmesi en çok kimin işine yarar ve kendini hakkettiği şekilde koruyabilmesine kendi içerisinde ki engel nedir?

Ancak bu süreçte yalnızca hak arama mücadelesine odaklanmak yerine, İslam’ın evrensel değerlerini ve örnekliğini ortaya koyan yapıcı bir yaklaşım benimsemek de büyük önem taşır.

Camilerde ve özellikle çocuklara yönelik verilen dini eğitim, bu yapıcı yaklaşımın temel taşlarından biri olmalıdır. Eğitimin şeffaflığı ve niteliği, hem Müslüman topluluklar içinde güven inşa eder hem de Müslüman olmayan toplumlarda olumlu bir algı yaratır. Diyanet, bu konuda öncü bir rol üstlenerek, çocuklara dürüstlük, adalet, karşılıklı saygı ve yardımlaşma gibi temel değerlerin öğretilmesini sağlayabilir. Modern pedagoji yöntemlerinin kullanılması, eğitim içeriklerinin açık ve izlenebilir olması, Hollandalı kurumların da takdirini kazanabilecek bir uygulama olacaktır. Bu tür bir eğitim anlayışı, hem genç nesilleri daha iyi yetiştirmeye hem de dış müdahalelerin haksızlığını daha açık bir şekilde göstermeye katkıda bulunur.

Bu konuda Diyanet, örnek bir dini eğitim modeli sunarak bu tartışmaların çözümüne katkıda bulunabilir. Eğitim programlarının şeffaflığı ve kalitesi, Müslümanların dışarıda İslam’ın en güzel temsilcileri olarak görülmelerine yardımcı olur. Ayrıca, sadece eğitim programları değil özellikle Hollanda da yasayan tüm Türk vatandaşlarının da  güven konusunda ki  hassasiyetleri tazelenmelidir. Diyanetin adinin geçtiği her kurum büyük bir hassasiyetle hareket etmek zorundadır.

Diyanet sadece camileri temsil etmiyor yani sadece yasayanlara hizmet sunmuyor hayatını kaybeden vatandaşlara da hizmet sunmaktadır! 

Dolayısıyla bu tür şeffaf yaklaşımlar, yalnızca Müslüman Türk topluluğu için değil, aynı zamanda yaşadıkları ülkelerin genel toplumsal huzuru için de olumlu bir katkı sağlar.

Sonuç olarak, Müslümanların kendi değerlerini daha iyi temsil etmesi, yalnızca dini bir gereklilik değil, aynı zamanda toplumsal bir zorunluluktur. Hollanda gibi ülkelerde karşılaşılan zorluklar, yalnızca dış müdahalelere bağlanmamalı, aynı zamanda İslam’ın ahlaki ve toplumsal değerlerini yaşamlarımıza ne ölçüde yansıttığımızın bir göstergesi olarak ele alınmalıdır. Diyanet gibi kurumların hem kendi alanlarını savunması hem de diğer Müslüman kurumlarla iş birliği yapması, yalnızca Müslümanların dini özgürlüklerini korumakla kalmayacak, aynı zamanda İslamofobi’ye karşı güçlü bir duruş sergilemelerini sağlayacaktır.

Bu süreçte en önemli görev, birey olarak her Müslüman’a düşmektedir. İslam, yalnızca camilerde yaşanan bir din değil, hayatın her alanında uygulanması gereken bir yaşam rehberidir. Müslümanlar, dürüstlük, adalet, hoşgörü ve merhametle hareket ettiklerinde, İslam’ın evrensel mesajını en etkili şekilde iletebilirler. Bu bilinçle hareket edildiğinde, hem dışarıdan gelen eleştirilerin haksızlığı ortaya konacak hem de Allah’ın rızasına ulaşma yolunda önemli bir adım atılmış olacaktır. 

Unutulmamalıdır ki, gerçek değişim, bireyden başlayarak tüm topluma yayılır.

Çünkü her kurum bir birey veya bireyler tarafından yönetilir.

Müslümanlığı tam anlamıyla anlamayan ve hayatına uygulayamayan bireyler, değerli kurumlara zarar verebilir.

Saygılarımla,
Saadet Koral