Ortadoğu’da dengeler her zaman karmaşık ve kırılgan olmuştur.

Suriye, uzun yıllardır bu karmaşanın merkezinde yer alırken, Esad rejiminin 61 yıl sonra çökmesiyle bölgedeki güç mücadeleleri yeni bir boyut kazanmıştır. Bu gelişme, bölge ülkeleri kadar küresel aktörleri de yakından ilgilendiriyor.

Ancak bu durum benim kafamda, birçok soruyu beraberinde getiriyor: Rusya’nın Suriye üzerindeki etkisi devam edecek mi? Esad rejimini devirmek isteyen güçlerin arkasındakiler yeni Suriye oluşumunda nasıl bir rol alacak? ABD ve İsrail’in bölgedeki stratejileri ne anlama geliyor? Türkiye, bu süreçte nasıl bir rol oynamalı? Ve daha da önemlisi, Esad’ın gitmesi Suriyeliler için gerçek bir rahatlama mı, yoksa yeni bir kaos dönemi mi başlıyor? Esad’ın düştüğü günün gecesi Israil’in Suriye’ye vurması ve akabinde ertesi gün İsrail askerlerinin Suriye’ye girmesi? Tüm bu sorular, hem bölgesel hem de küresel dengeleri anlamak için kritik öneme sahiptir.

Değerli okurlarım gelin hep birlikte bu sureci başından bu yana analiz ederek anlamaya çalışalım. Malum şimdiyi anlayabilmemiz için geçmişe bir göz atmamız gerekiyor.

Esad rejimi, 1963’lerdan bu yana Suriye’de kesintisiz bir şekilde iktidarda kaldı. Hafız Esad’ın 1970 yılında darbe ile başa geçmesi ve sonrasında oğul Beşar Esad’ın yönetimi devralması, rejimin otoriter yapısını güçlendirdi. Ancak bu otoriterlik, uzun yıllar boyunca biriken ekonomik sıkıntılar, toplumsal gerilimler ve dış müdahalelerle birlikte zayıflamaya başladı. Arap Bahar’ının etkisiyle 2011 yılında patlak veren halk ayaklanmaları, rejimi derinden sarstı. Rejim, bu süreçte Rusya ve İran’ın sağladığı destekle varlığını sürdürse de, 2020’li yıllara gelindiğinde ekonomik krizler, toplumsal hoşnutsuzluk ve dış baskılar nedeniyle gücünü kaybetti.

Esad’ın devrilmesiyle, rejim sona erdi; ancak bu çöküş, Suriye için bir çözüm değil, bana göre yeni soruların başlangıcı oldu. Çünkü Suriye sadece kendi içinde ki sıkıntılarla bas etmeyecek, ayni zamanda ABD ve Rusya içinde bir kilit noktası olduğu için herkes tarafından yine şekillendirilmeye devam edecek.

Neden mi?

Rusya, Suriye üzerindeki etkisini 2015 yılında başlayan askeri müdahalesiyle daha da pekiştirdi. Suriye, Rusya için yalnızca Ortadoğu’daki bir müttefik değil, aynı zamanda Akdeniz’e erişim sağlayan stratejik bir geçiş noktasıdır. Tartus’taki deniz üssü ve Hmeymim’deki hava üssü, Rusya’nın bölgedeki askeri varlığını sürdürmesi açısından hayati öneme sahiptir. Ayrıca, Suriye’nin yeniden inşa sürecinde Rus şirketlerinin rolü, Moskova için ekonomik bir kazanım anlamına geliyor. Dolayısıyla, Esad’ın devrilmesi ve rejimin sona ermesi, Rusya’nın bölgedeki varlığını sona erdirmeyecektir. Aksine, Rusya, yeni bir yönetimle de işbirliğini sürdürmek ve bölgedeki etkisini korumak için stratejilerini yeniden şekillendirecektir.

Esad rejiminin çöküşünde, muhalif grupların rolü büyüktü. Ancak bu grupların arkasında kimlerin olduğu sorusu önemlidir. ABD, demokrasi ve insan hakları söylemleriyle muhalif gruplara destek sağladı. Bazı muhalif gruplar ve diğer Sünni muhalif gruplar, ABD tarafından desteklenen en önemli unsurlardı. Türkiye ise özellikle sınır güvenliği ve bölgedeki terör tehditlerini önlemek amacıyla Özgür Suriye Ordusuyla işbirliği yaptı. Körfez ülkeleri de  özellikle mali destek sağlayarak Esad karşıtı cephede yer aldı. İsrail de, Esad rejiminin İran’la olan yakın ilişkilerini zayıflatmak ve kendi güvenliğini artırmak için rejimin düşmesini kendi çıkarlarına uygun gördü. Bu çok katmanlı destek, muhalefetin gücünü artırsa da, aynı zamanda Suriye iç savaşını daha da karmaşık hale getirecek gibi görünüyor.

ABD’nin Ortadoğu’da barış ve demokrasi getirmek amacıyla müdahil olduğu tüm ülkelerdeki sonuçlar, hepimizin bildiği gibi genellikle başarısızlık ve kaosla sonuçlanmıştır. Vietnam, Irak, Afganistan ve Libya gibi örnekler, ABD’nin müdahalelerinin uzun vadeli bir istikrar yerine bölünme ve çatışmalara yol açtığını göstermektedir. Irak’ta Saddam Hüseyin’in devrilmesi, mezhepsel çatışmaları artırırken, Libya’da Kaddafi’nin devrilmesi ülkeyi tamamen bölünmüş bir hale getirdi. Afganistan’da Taliban’ın devrilmesi ABD ye göre kısa süreli bir umut yaratmış olsa da, ABD’nin çekilmesiyle birlikte Taliban tekrar iktidara geldi. Bu örnekler, ABD’nin askeri müdahalelerinin genellikle bölgedeki sorunları çözmek yerine daha karmaşık hale getirdiğini ortaya koymuştur. Suriye de bu tablonun bir parçasıdır. Esad rejiminin son bulması, ABD’nin özellikle Rusya’ya karsı başarısı gibi görünse de, bu durum Suriye’deki kaosu sona erdirmekten uzak olabilir.

Türkiye, Suriye’deki gelişmelerin doğrudan etkilediği ülkelerden biridir. Barış Pınarı Harekâtı sırasında Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde bir terör koridoru oluşturulmasını önlemek ve mültecilerin dönüşü için güvenli bölgeler oluşturmak amacıyla harekete geçti. Bu durum, ABD ile Türkiye arasında yeni bir gerilim yarattı ve yine aynı dönemde Rusya, Esad rejiminin toprak bütünlüğünü savunurken, Türkiye’nin o dönemki operasyonlarını kendi stratejik planlarına bir tehdit olarak gördü. Ancak her iki ülke de diplomatik yollarla bu gerilimleri kontrol altına almaya çalıştı.

Türkiye’nin Esad rejiminin çöküşü karşısındaki sevinci, sınır güvenliği ve mülteci sorunlarını hafifletme umudundan kaynaklandığını elbette anlıyoruz. Ancak Suriye’de yeni bir kaos dalgasının başlaması, bu sevinci kursakta bırakabilir. Çünkü, Esad rejiminin sona ermesiyle birlikte İsrail’in Suriye’ye müdahalesi, bölgedeki denklemleri daha da karmaşık hale getirebilir. İsrail, Suriye’deki kendi güvenliğini artırmak amacıyla hemen askeri müdahalelerde bulundu. Ancak İsrail’in bu müdahaleleri, Suriye’de mezhep ve etnik temelli gerilimleri artırarak yeni bir savaşın fitilini ateşleyebilir. Bu durum, Suriyelilerin sevinçlerini yarım bırakabilir. Esad’ın gitmesi, Suriyeliler için gerçek bir özgürlük ve barış anlamına gelmeyebilir. Yeni yönetimin yapısı, bölgedeki yabancı güçlerin etkisi ve mezhep gerilimleri, Suriye’nin geleceğini belirleyecek temel unsurlar olacaktır.

Halep, Suriye savaşının en kanlı cephelerinden biriydi ve bu savaşta Rusya’nın desteği belirleyici oldu. Halep’in rejim tarafından ele geçirilmesi, Rusya’nın Suriye’deki etkisini güçlendirdiğini gösterdi. Bu süreç, Rusya’nın Suriye’de uzun vadeli bir stratejiyle hareket ettiğini ortaya koydu. Suriye’deki gelişmeler, yalnızca Suriyelileri değil, bölge ülkelerini ve hatta küresel güçleri de derinden etkilemektedir. Türkiye, Suriye’deki olayların etkisini en çok hisseden ülkelerden biridir. Suriye’den gelebilecek herhangi bir sıkıntı, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal yapısını tekrar zorlayabilir.

Suriye’de çıkabilecek olası savaşın ardından Türkiye’nin hedef olabileceği endişesi ise, bazı analizlerde açıkça dile getirilmektedir. Ortadoğu’daki istikrarsızlık ve küresel güçlerin hesapları göz önüne alındığında, Türkiye’nin bu tür senaryolara karşı güçlü bir savunma ve diplomasi politikası geliştirmesi zorunludur.

Değerli okurlarım sonuç olarak şunu iyi idrak etmeliyiz, Suriye’deki gelişmeler yalnızca bir rejimin sonunu değil, aynı zamanda yeni bir dönemin başlangıcını işaret etmektedir. Ancak bu yeni dönem, istikrar ve barış mı getirecek, yoksa kaosu daha da derinleştirecek mi, bunu zaman gösterecek. Türkiye ve diğer bölge ülkeleri, bu süreçte dikkatli bir şekilde hareket etmeli ve bölgedeki çıkarlarını korumak için dengeli bir politika izlemelidir. Suriye halkı için ise asıl soru, yabancı müdahalelerin sona erip kendi kaderlerini tayin edebilecekleri bir ortamın sağlanıp sağlanamayacağıdır. Bu noktada, uluslararası toplumun sorumluluğu büyüktür. Ancak, bugüne kadar Gazze ve diğer kriz bölgelerinde olduğu gibi, uluslararası toplumun bu sorumluluğu yerine getirme konusundaki yetersizliği, Suriye için de umutların sınırlı kalmasına neden olabilir.

O nedenle, gerek Birleşmiş Milletler gerekse uluslararası toplumun, halkların üzerindeki kaybettikleri güveni yeniden kazanabilmek için daha insancıl bir yaklaşım sergileyerek ve adil davranarak hareket etmeleri elzemdir.

Bize gelince, her gördüğümüz kalabalıktan esinlenerek kendimizi kahraman ilan etmemiz için henüz çok erken.

Saygılarımla,
Saadet koral